fbpx
Çağımızın sosyal medya kültüründe dezenformasyon, kriz anlarının etkisini daha da şiddetlendiriyor. Dijital okuryazarlık düzeyinin yeterince iyi olmadığı toplumlarda ise yanlış bilginin yayılımının önünde duran neredeyse hiçbir engel bulunmuyor. Doğru ve yanlış bilginin ayırt edilememesi, hatta bilgiyi süzgeçten geçirerek almak gerekliliğinin bilinmemesi ve dolayısıyla doğrulama motivasyonunun olmaması yanlış bilgi üretip yayan kişilerin amaçlarına ulaşmaları için uygun ortamı sağlıyor. Zira kriz anlarında bu kişilerin amacı genellikle toplumu kutuplaştırmak ya da doğrudan olumsuz duyguları hedef alarak etkileşimini artırmak. Ancak bu sosyal medya davranışının var olan olağanüstü hal etkisinin kat be kat artmasına yol açtığı aşikar. Üstelik ilgili kriz ne olursa olsun bundan en çok etkilenenler çocuklar, gençler, kadınlar, azınlık ve dezavantajlı gruplar oluyor. Zaten amaç da sayılan bu gruplardan birini veya birkaçını ayrıştırmak oluyor. Sosyal medya platformları bu bağlamda bir silah olarak kullanılıyor. Linç kültürü gelişiyor ve tüm bunların doğal bir sonucu olarak nefret söylemleri ortaya çıkıyor.

Evet dezenformasyon sosyal medyada bir silah olarak kullanılıyor; fakat yanlış bilginin derinleştirdiği önyargılı ve hoşgörüsüz ortamın gerçek hayatta, yani aslında çevrimdışı ortamda da zarara neden olabileceğinin farkında olan çok az kişi bulunuyor. Kişiler sosyal medyadan yaptıkları paylaşımların herhangi birinin hayatına doğrudan etki edebileceğinin bilincinde olmadığı için de kasıtlı olarak üretilen yanlış bilginin yayılımına dur denemiyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde (1 Temmuz 2024) Kayseri’de Suriye uyruklu olduğu açıklanan kişinin bir kız çocuğunu taciz ettiği iddiası üzerine tutuklanmasıyla hem sosyal medyada hem de sokaklarda provokatif eylemler başladı. Hashtagler açıldı, eski ve farklı olaylardan alınan şiddet içerikli görüntüler paylaşıldı. Dezenformasyon araçlarıyla oluşturulan nefret söylemi arttı. Bu, elbette hatalı olan kişinin tepki almaması gerektiği anlamına gelmiyor. Tabii ki hepimiz, sosyal medya kullanıcısı olarak hoşumuza giden ve gitmeyen olaylara doğal tepkimizi hesaplarımızda paylaşıyoruz. Ancak işin içine kasıtlı yanlış bilgi girdiğinde, üstelik bu bilgi doğrudan bir grubu hedef aldığında verilen tepkinin sonuçları tahmin edilenden çok daha kötü olabiliyor. Bu nedenle tepkilerin kişinin dil, din, ırk, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi özelliklerinden bağımsız, saygı çerçevesinde ve doğru bilgi üzerinden verilmesi büyük önem taşıyor. Aksi halde vaziyetin kaotik bir hal alması tek bir yanlış bilgiye bakıyor.

Kriz anlarında yayılabilecek dezenformatif içerikleri fark etmek ise sanıldığı kadar zor değil. Yalnızca şüphe etmek ve araştırmak doğru bilgiye ulaşmak için yeterli. Yine de bu gibi durumlarda en fazla kullanılan yanlış bilgi araçlarını bilmekte fayda var.

Sahte hashtagler

Bu tip kriz anlarında sosyal medyada kullanılan hashtaglerin, yani etiketlerin de tıpkı paylaşımlarda olduğu gibi şüpheyle karşılanması gerekiyor. Çünkü bu hashtagleri trendlerde üst sıralara taşımak ya da sosyal medya diliyle ‘trend topic’ yapmak hiç de zor değil. Bot hesaplar aracılığıyla herhangi bir etiket kısa zamanda en çok konuşulan konular arasında yerini alabiliyor. Hatta bunu kendi sosyal medya deneyimimizden de anlayabiliriz. Özellikle X’te (eski adıyla Twitter) ne anlama geldiğini, nereden çıktığını bile fark etmediğimiz hashtagler bir anda trendlerde yerini alabiliyor.

Ancak sahte hashtagler, bot hesaplardan yapılan aynı dildeki paylaşımlar sandığımız kadar masum değil. Herhangi bir konunun, kişinin veya kurumun bu denli çabuk trend haline gelebilmesi kriz anlarında da olumsuz yanlarını gösteriyor. Örneğin son olarak Kayseri’de yaşanan olayda #ülkemdesığınmacıistemiyorum etiketiyle, kriz tek bir olayı, tek bir kişiyi ve tek bir şehri aşarak neredeyse tüm ülkeye yayıldı. Üzücü şekilde, Suriye uyruklu bir vatandaşın küçük bir kız çocuğunu taciz ettiği iddiasıyla birlikte yapılan paylaşımlar, Türkiye’de hayatalarını devam ettiren tüm Suriye uyruklu kişileri hedef haline getirdi. Halbuki ve ne yazık ki tacizin herhangi bir uyruğa özel olmadığını kanıtlar nitelikteki olaylar toplumsal hafızamızda yerini korumaya devam ediyor.

Ancak hızla büyüyen bu linç kültürünü fark etmenin, en azından bir kişi veya kurum tarafından kasıtlı olarak açılan sahte hashtagleri fark etmenin bir yolu var. Instagram veya X’te söz konusu etiket ile yapılan paylaşımlar incelenerek etiketin organik olup olmadığı anlaşılabilir. Zira bot hesaplarla yükseltilen hashtaglerde, özellikle X’te, aynı tip cümleler göze çarpar. Öte yandan bu kalıp paylaşımları yapan hesapların isimleri de genellikle rastgele sıralanmış rakam ve harflerden oluşur. Kimi zaman da sosyal medya kullanıcıları etiketin kapsamadığı ama kendince önemli olan konu hakkında paylaşım yaparken trendlerdeki etiketlerden kullanıyor. Bu da hashtaglerin konusundan bağımsız büyümesine yol açıyor.

Eski görüntüler

Eski görüntü paylaşımı, sosyal medyada en çok kullanılan dezenformasyon üretimi türlerinden biri olarak zaten sık sık karşımıza çıkıyor. Ancak kriz zamanlarında bu paylaşımlar ve etkileri artıyor. Üstelik bunun yalnızca bir gruba yönelik ayrıştırıcı araç olarak kullanıldığını söylemek de yanlış olur. Afet ve pandemi gibi farklı kriz dönemlerinde de sosyal medya kullanıcılarında korku gibi olumsuz duyguları tetiklemek için eski veya ilgisiz görüntülerin kullanıldığı dezenformatif paylaşımlar oldukça yayılımdaydı. Bahse konu eski/ilgisiz görüntülü paylaşımların boyutu ve anlamı savaş ya da saldırı dönemlerinde elbette değişiyor. Zira bu paylaşımlar doğrudan şiddet içerikli olabiliyor. Örneğin son olarak yaşanan Kayseri olayı üzerinden gidecek olursak, sosyal medyada saldırıya uğrayan bir kişinin görüntülerinin ‘mahalleli Suriyeli vatandaşı dövdü’ şeklinde paylaşılması şiddete meyilli olan diğer kullanıcıların da kendilerinde bunu yapma hakkı bulmasını sağlayabilir. Üstelik yukarıda da bahsedildiği gibi bu tarz paylaşımlar, ‘taciz’ olayının tek bir uyruğa indirgenmesine yol açıyor. ‘Suriyeliler taciz eder’, hatta ‘Suriyeliler sapıktır’ algısını toplum bilincine yerleştiriyor.

Kayseri’de başlayarak ülkeye yayılan provokatif eylemler sırasında da sosyal medyada benzeri içeriklere denk geldik. Örneğin polislerin ters kelepçeyle evinde tutukladığı kişinin ‘Kayseri’yi kana bulamaya çalışan bir edepsiz’ olduğu iddia edildi. Ancak görüntü ne günceldi ne de sığınmacı konusu ile ilgiliydi. Geçtiğimiz sene yaşanan olayda tutuklanan kişi, uyuşturucu satıcısı olduğu iddiasıyla yakalanmıştı.

Kaynak

Sosyal medyada kasıtlı veya kasıtsız olarak yanlış ilişkilendirilen görüntülerin doğrusuna ulaşmak için tersine görsel arama kullanılabilir. Videodan alınan ekran görüntüsü ya da doğrudan görselin kendisi Google, Yandex gibi arama motorlarının ‘görsel arama’ kısmından tersine aratılarak görüntünün hangi olaya ve zamana ait olduğu öğrenilebilir.

Hatalı atıflar

Kriz dönemlerinde güvenilir isimlere hatalı atıflar yapılarak üretilen içerikler de karşımıza çıkıyor. Bunun başlıca amacı konu hakkında olumlu ya da olumsuz herhangi bir fikri daha sağlam bir temele dayandırmak. Hatta kimi zaman bu, ünlü isimler adına açılan sosyal medya hesaplarından da yapılıyor. Aslında yanlış bilgiyi, düşünce şeklini yaymak adına en basit yollardan biri olduğu söylenebilir. Kendi deneyimlerimizden yola çıkarak şu sonuca ulaşabiliriz: Örneğin sıradan bir sosyal medya kullanıcısı yerine bilim insanı Celal Şengör’ün ‘Cumhuriyeti sizin Türk diye bildiğiniz ama Türk olmayan bizler (sabatist dönmeler) kurduk’ demesi yanlış bilginin inandırıcılığını kesinlikle artıracaktır. Elbette araştırıldığında söz konusu ifadenin Celal Şengör’e ait olmadığı ortaya çıkıyor. Ancak araştırılmadan paylaşıma doğrudan duygu odaklı yaklaşıldığında içerik yine ayrıştırıcı dile hizmet etmiş oluyor.

Aynı yönteme, yakın bir tarihte başlayan ve hala devam eden İsrail-Filistin çatışmalarının henüz başlarında yayılan bir başka iddia daha örnek gösterilebilir. 7 Ekim 2023’te başlayan çatışma döneminde, Kuzey Kore Lideri Kim Jong-Un’un Müslüman liderlere sözde hitabı paylaşıldı. Bu hitaba göre Jong-Un, ‘Müslümanları anlamıyorum kutsal olarak gördükleri Kudüs’ü, İsrail işgal ediyor ve Müslüman yöneticiler sadece kınayıp bekliyorlar. Eğer biz olsaydık bütün nükleer füze denemelerimizi İsrail’in üzerinde denerdik.’ diyor. Araştırıldığında, Kim Jong-Un’un yalnızca bu değil; güncel olaylarla ilgili hiçbir söylemi olmadığı ortaya çıkıyor.

Kaynak

Bu gibi içeriklerle karşılaşıldığında, yapılacak ilk şey ilgili ifadeyi tırnak içine alarak atfedilen kişinin ismiyle birlikte arama motorlarında araştırmak. Eğer ifadenin atfedildiği kişinin anadili farklıysa bu dilde, her atıf için de İngilizce araştırma yapmak doğru sonuca ulaşma ihtimalini artırır. Öte yandan, kriz dönemlerinde sosyal medyanın yanı sıra ana akım medyayı da takip etmek önemlidir. Zira kesin olmayan bilgiler (istisnaları olsa da) ana akım medyada yer almaz. Bu da kıyas yapmayı ve şüpheyi kuvvetlendirmeyi sağlar.

Mesajlaşma uygulamalarından gelen manipülatif iletiler

Mezenformasyon ve dezenformasyon dendiğinde çoğunlukla akla sosyal medya platformları geliyor. Çünkü günümüzde doğru veya yanlış fark etmeksizin bilginin en hızlı yayıldığı yerler buralar. Ancak Whatsapp, Telegram gibi mesajlaşma uygulamalarının da sık sık bu amaca hizmet ettiği oluyor. ‘Çok kez iletildi’ ibareli mesajların içerikleri, özellikle kriz dönemlerinde, halkta panik yaratmak üzerine kurgulanıyor. Üstelik bu mesajları hazırlayan kişiler çoğu zaman hatalı atıflarda da bulunarak kaynağın güvenilir bir kurum veya kişi olduğunu iddia ediyor. Örneğin koronavirüs pandemisinin henüz başlarında Whatsapp üzerinden yayılan sahte belgede sözde COVID-19 Ek önlemler yer almış; bunun üzerine dönemin Sağlık Bakanı Fahrettin Koca belgenin sahte olduğu açıklamasını yapmış. Fakat bu, resmi açıklamaya ulaşabilen kişiler için geçerli olmakla birlikte açıklama gelene kadar geçen sürede halktaki panik duygusu artırmış oluyor. Bu tip manipülatif mesajlar için yine ana akım medyayı takip etmek ve yalnızca resmi açıklamalara odaklanmak, sizi panik gibi olumsuz duygulardan koruyacaktır.

Sonuç olarak savaş, afet ve pandemi gibi kriz dönemlerinde sosyal mecralarda yanlış bilgi yayılımının arttığı söylenebilir. Açıkça kasıtlı kişiler tarafından üretilen ancak çoğunlukla kastı olmayan kişilerce paylaşılan bu içeriklerin en azından yayılımına engel olmak ise, biz bilinçli sosyal medya kullanıcılarının elinde. Kimi zaman ana akım medyada bile yanıltıcı-yanlış içeriklere yer verilirken sosyal medyada paylaşılan her şeyi sorgulamadan kabul etmek hem bizler için hem de ilgili dezenformasyonun muhatabı için sorunlara yol açabilir. Bu kritik nokta, 1 Temmuz 2024’te Kayseri’de başlayan Suriye uyruklu vatandaşlara tepki furyasında da oldukça önemliydi. Zira yanlış bilgi doğrudan nefret söylemine, nefret söylemi ise doğrudan çevrimdışı fiziksel şiddete sebep olabilir. Bu sebeple tüm sosyal medya kullanıcılarının buradaki paylaşımlara karşı zihnini açık tutması, tüm paylaşımlara objektif ve duygularından arınmış şekilde yaklaşması büyük önem arz ediyor. Dijital okuryazarlığın gelişimi ve medyadaki dezenformasyona karşı hazırlıklı hale gelmek için Doğrula gibi doğruluk kontrolü platformlarını takip edebilir; Doğrula’nın kriz dönemleriyle ilgili kaleme aldığı diğer dezenformasyon makalelerine göz atabilirsiniz.

Etiketler

  • dezavantajlı gruplar
  • dezenformasyon
  • kriz
  • nefret söylemi

Diğer Yazılar