1940’tan bu yana Türkiye’nin deprem karnesi
6 Mar 2023
16:52
Türkiye’de depreme yönelik alınan kararlar ve atılan adımlar teoride ‘yeterli’ görünse de bu kararların pratikteki karşılığı konusunda soru işaretleri artıyor. 1940’tan bu yana çıkan deprem yönetmelikleri, 2001’de çıkarılan Yapı Denetim Kanunu ülkemizin deprem dayanıklılığını artırmaya yönelik çalışırken ‘İmar Barışı’ gibi düzenlemeler tam aksi etki yaratıyor.
Türkiye üstünde bulunduğu Anadolu levhasının Kuzey Anadolu ve Doğu Anadolu fayları doğrultusunda hareket etmesiyle geçmişinde son derece büyük depremlerle sınandı. Son yaşadığımız Kahramanmaraş depremleri de bu gerçeği bizlere yeniden hatırlattı. Yaşanan afetlerde yetkililer çoğunlukla depremin büyüklüğü, gece veya gündüz gerçekleşmesi gibi unsurların afetin neden olduğu maddi/manevi kayıpta belirleyici olduğunu ifade etse de depremin yıkıcılığında yalnızca bu detaylar öne çıkmıyor.
1999 Kocaeli depreminin ülkemizin deprem dayanıklılığı konusunda bir milat kabul edildiği ve bu tarihten sonra alınan yasal tedbirlerin binaların depreme dayanıklı olmasını sağladığı sıklıkla iddia ediliyor. Fakat son yaşanan depremlerde görece yeni yapılan binaların da yıkılması, yönetmeliklere uygun inşa edilen yapıların ağır hasarlar alması pek çoğumuzun kafasında soru işaretleri oluşturdu. Örneğin yeni binalar ağır hasar alırken hasar almayan ya da daha az hasar alan eski binaların da mevcut olması bu konudaki kafa karışıklığını artırıyor.
Peki nasıl oluyor da 1999 öncesinde yapılmış binalar ayakta kalabiliyorken sonrasında inşa edilmiş yapılar yıkılabiliyor?
Bu soruya alanında uzman mühendis, mimar ve deprem bilimciler aracılığıyla cevap verilebilir. Boğaziçi Üniversitesi Deprem Mühendisliği Ana Bilim Dalı emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Nuray Aydınoğlu, 1975’ten beri yapılan yönetmeliklerin iyi olduğunu söylüyor ve yönetmeliklerdeki esas amacın binanın ayakta kalması olduğunu da ekliyor. Yani aslında binanın sıfır hasarla depremi atlatması deprem yönetmeliğinin amacı değil. Dolayısıyla dönemin yönetmeliğine uygun yapılan 1999 öncesi yapıların da ‘en azından’ ayakta kalması beklenebilir.
Öte yandan, İnşaat Mühendisi Dr. Fatih Sütçü de 2018’den sonra deprem yönetmeliğinin çok katılaştığını ifade ediyor. 2011 Tohoku depremini örnek göstererek yönetmeliğe uygun inşa edilen binaların kesinlikle ‘içinden insanların çıkabileceği şekilde’ ayakta kalması gerektiğini belirtiyor. Üstelik bu durum depremin ne kadar büyük olduğuyla bağlantılı değil. Zira Sütçü, deprem ivmesinin yönetmelikten fazla olması durumunda da binaların yıkılmaması gerektiğini ekliyor.
İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Gülsun Parlar da benzer şeyler söylüyor. Gülsun’a göre, yönetmelik küçük depremlerde yapıda hiç hasar olamaz, orta büyüklükteki depremlerde cephe, duvar ve benzeri gibi yapısal olmayan elemanlarda ufak hasarlar olabilir. Büyük depremlerde ise büyük hasarlar da olabilir. Fakat bina toptan göçemez, içinden insanı çıkarabilir. O halde Türkiye’nin deprem dayanıklılığını ele almak için yalnızca deprem yönetmeliğini değil, binaların inşasını etkileyen tüm yasal unsurları bir arada göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Türkiye’de kullanılan deprem yönetmelikleri
1) Zelzele Mıntıkalarında Yapılacak İnşaata Ait İtalyan Yapı Talimatnamesi (1940)
1939 Erzincan depreminin ardından İtalyanca’dan Türkçe’ye çevrilerek doğrudan benimsenen yönetmelikte zeminin sağlamlığı ön planda. Dolayısıyla dolgu zeminlerde radye temel yönteminin kullanılması gerektiği belirtilmiş. Ancak bu yönetmelik, döneme uygun şekilde, ahşap ve yığma yapılarla ilgili koşul ve tasarımları içeriyor.
2) Zelzele Mıntıkaları Muvakkat Yapı Talimatnamesi (1944)
1939 Erzincan depreminin hemen ardından gelen 1942 Niksar, 1943 Adapazarı, 1943 Ladik ve 1944 Bolu depremlerinde yaşanan can kayıpları ve ekonomik kaybın ardından yeni bir talimatname hazırlanmış.
- Üzerine yapı inşa edilemeyecek araziler bataklık, yumuşak zemin ve 1/3 eğimden yüksek araziler olarak belirlenmiş.
- Farklı taşıyıcı sistem türlerindeki binaların yükseklik ve kat sayıları belirtilmiş.
- Yapı için en önemli prensibin duvar-döşeme-direk gibi taşıyıcı elemanların birbirine bağlanması ve deprem anında birlikte çalışması olduğu tavsiye edilmiş.
- Depremin etkisi sebebiyle bitişik nizam bölgelerde farklı taşıyıcı sistem türlerinin yapımına izin verilmemiş.
3) Türkiye Yersarsıntısı Bölgeleri Yapı Yönetmeliği (1949)
Türkiye’nin bu yıllarda deprem dolayısıyla verdiği kayıpların artmasıyla 10 yıl içinde üçüncü yönetmelik çıkartılmış. 1949 yönetmeliğinde en önemli yeniliklerinden biri deprem bölgelerinin harita olarak yönetmeliğe işlenmesi. Bölgeler tehlike derecelerine göre sınıflandırılarak yönetmeliğin ilk maddesine eklenmiş.
Öte yandan, bir önceki yönetmelikte kat sayısı ve bina yüksekliği belirlenen farklı taşıyıcı sistem türleri kategorileri deprem bölgelerine göre yeniden düzenlenmiş.
Yönetmeliğin diğer bir önemi, hareketli yüklerin deprem hesabına dahil edilmesi. Önceki yönetmeliklerde deprem hesabı yalnızca binanın zati ağırlığına bağlı olarak hesaplanmış.
Not: Zati ağırlık kiriş, kolon, döşeme, çatı gibi taşıyıcı elemanların ve bunların sıva, kaplama ve benzeri tamamlayıcı kısımlarının ağırlığına denmektedir.
4) Yersarsıntısı Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik (1953)
Bu yönetmelik genel olarak 1949’un revize edilmiş halinden oluşmuş. Deprem hesabı formülü aynı ancak birimlerin katsayıları detaylıca açıklanmış. Söz konusu yönetmelikte, zeminler deprem etkisini yansıtma derecelerine göre sınıflandırılarak her zemine her deprem bölgesinde farklı kat sayılar verilmiş. Dolayısıyla o tarihe kadar kullanılan en somut yönetmelik olarak öne çıkmış.
5) Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik (1962)
Önceki yönetmeliklerin devamı niteliğinde olan 1962 yönetmeliğinin temel prensibi diğerleriyle benzer. Ayrıca deprem bölgesine göre verilen katsayılarda zemin cinsinin yanı sıra bina yüksekliği de göz önünde bulundurulmuş.
6) Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik (1968)
1968 yönetmeliğinin diğerlerinden en önemli farkı betonarme elemanlarla ilgili temel hesaplamaların yapılması ve boyutların tanımlanması. Önceki yönetmeliklerde betonarme yapılardan bahsedilmesine rağmen yapıların tasarım prensiplerinden bahsedilmemiş. 1968’de betonarme elemanların boyutlarına dair koşullar tanımlanmış. Deprem hesabı da ayrıntılı hale getirilerek güncellenmiş. Yönetmelikte betonarme elemanlar ile ilgili belirlenen temel tasarım prensipleri şöyle:
- Kolonlar tüm katlar boyunca sürekli olacak. Planda ise aynı doğrultuda olması sağlanacak.
- Kolon-kiriş birleşim noktaları civarında etriye aralığı, bu elemanların ortasındaki etriye aralığının yarısı kadar olmalı. Ayrıca kolonlara ait etriyeler kirişler içinde de devam edecek.
- Kolonların genişlikleri kat yüksekliğinin 1/20’sinden ve 24 cm’den küçük olmayacak.
- Betonarme perde duvarlarının kalınlığı kat yüksekliğinin 1/25’inden ve 20 cm’den az olamaz.
- Betonarme döşemelerin kalınlığı çatı döşemelerinde 8, diğer döşemelerde 10 cm’den az olamaz.
- Birinci ve ikinci derece deprem bölgelerinde asmolen döşeme yapılamaz.
- Kirişler en az 15×30 cm kesitinde olacak ve yükseklikleri kendilerine bağlantılı plak döşeme kalınlığının 3 katından fazla olacak.
7) Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik (1975)
Günümüz modern yönetmeliklerine en yakın özelliklere sahip olduğu bilinen 1975 yönetmeliği, hazırlandığı döneme göre deprem hesabını gayet iyi tahmin etmiş. Dolayısıyla bu dönemde yönetmeliğe uygun tasarlanan binaların mevcut depremlere karşı dayanıklı olduğu görülmüş. Yönetmelikte kullanılan haritayla ülkemiz dört deprem bölgesine ayrılmış. Harita, günümüz haritasına oldukça benziyor.
Öte yandan, 1975 tarihli deprem yönetmeliği betonarme yapıların yoğun şekilde inşa edildiği döneme ait olduğu için betonarme elemanların tasarımına fazlasıyla yer verilmiş. Betonarme elemanların boyut ve donatılarına dair sınır değerler günümüz yönetmeliklerine yakın belirlenmiş. Deprem etkisi hesabı daha da detaylandırılmış; zemine bağlı ivme spektrumları ilk kez eklenmiş.
8) Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik (1998)
Depreme dayanıklı yapı tasarımının temel ilkelerinden kaynaklanan düzensizlikler konusunda ilk koşullar daha detaylı hale getirilmiş. Deprem bölgelerinde bulunan binalara etki edecek yatay deprem kuvvetinin hesabı için etkin yer ivme katsayısı, bina önem katsayısı ve tasarım spektrumu katsayıları belirlenmiş. Bu verilerle beraber kullanılacak hesap yöntemleri gösterilmiş. İlk kez eşdeğer yatay deprem yükü yöntemi, mod birleştirme yöntemi ve zaman tanım alanında hesap adı altında detaylandırılmış. Dolayısıyla bu gelişmelerle 1998 yönetmeliği daha akademik bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkmış. Yani diğer yönetmeliklerden en önemli farkı daha bilimsel verilerle oluşturulması.
9) Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik (2007)
1995 Kobe (Japonya) ve 1999 Kocaeli depremlerinin ardından hem dünyada hem Türkiye’de deprem yönetmeliklerinde ciddi değişimler yaşanmış. Özellikle Türkiye’de, 2007 yönetmeliği ile birlikte betonarme elemanların tasarımı deprem açısından değerlendirilip ‘TS-500 Betonarme yapıların tasarım ve hesap kuralları‘ adlı şartname ile desteklenmiştir. Türkiye’de hazır beton ve yapı denetim sistemi zorunlu hale getirilmiştir.
Dünyada ise, 1995 Kobe depreminden sonra kuvvet esaslı yaklaşımların olumsuz yanları ortaya çıkmış. Zira kuvvet esaslı yaklaşımlar ile tasarlanmış binaların depremde can güvenliğini sağlamış ancak deprem sonrası kullanılamaz hale gelmiş. Dolayısıyla ekonominin durmasına sebep olmuş. Bu deprem sonrası yapılan araştırmalar sayesinde kuvvet esaslı yaklaşımlara ilave olarak şekil değiştirme esaslı yaklaşımlar da kullanılmaya başlanmış.
Ayrıca 2007 yönetmeliğinde mevcut binaların şekil değiştirme esaslı yaklaşımlar altında performans analizine yer verilmiş. Bu açıdan mevcut yapıların değerlendirilmesi ve güçlendirilmesi için koşullar yönetmelikte ilk kez tanımlanmış.
10) Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği (2018)
1998’den sonra çıkarılan ilk kapsamlı yönetmelik olan 2018 yönetmeliğinin diğerlerinden en önemli farkı, yapılar için birden fazla performans hedefine göre tasarıma izin vermesi. Önceki yönetmeliklerde mevcut yapıların değerlendirilmesinde kullanılan performansa dayalı tasarım, söz konusu yönetmelikte yeni yapılarda da kullanılabilir hale geliyor.
Önceki yönetmeliklerde kullanılan deprem haritalarında ülke deprem bölgelerine ayrılarak deprem hesabı yapılıyor ancak 2018 yönetmeliğinde noktasal lokasyona bağlı olarak deprem tehlikesi hesaplanıyor. Deprem tehlikesi tek bir yer hareketi düzeyinde değil; dört farklı düzeyde tanımlanmış.
Ayrıca önemli ve yüksek binalarda uygulamaya ait hükümlere yer verilmiş.
Yapı Denetim Kanunu
Hazırlanan tüm bu yönetmeliklere, yönetmeliklerle belirlenen tüm kriterlere rağmen Türkiye’nin deprem dayanıklılığının pek değişmediği söylenebilir. Bu nedenle, 1999’da yaşanan iki yıkıcı depremin ardından, Yapı Denetim Kanunu 12 Ağustos 2001’de Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. İlk aşamada, 9 sene 19 pilot ilde uygulanan kanun 1 Ocak 2011 itibarıyla tüm Türkiye genelinde uygulamaya kondu.
Peki nedir Yapı Denetim Kanunu?
Düzenleme, temelde, yapılaşma sürecinde ‘kanun denetimi’ etkinliğini artırmak amacıyla yapılmış. Bu amaçla birinci unsur olan projelerin denetimi belediye ve valilik gibi yerel yönetimlere; ikinci unsur olan yapı denetim faaliyetleriyse teknik uygulama sorumlusu, serbest çalışan mimar ve mühendislere bırakılmış.
Kanun, yürürlüğe girmesinden bu yana çeşitli yönetmelik ve genelgelerle desteklenmiş. Örneğin 13 Temmuz 2010 tarihinde kanunun tüm Türkiye’de yürürlüğe girmesinin hemen ardından yapılan değişiklik ile yapı denetim şirketleri ve laboratuvarlarda çalışacak denetçilerin deneyim süreleri 12 yıldan 5 yıla indirilmiş.
Devlet hastanelerine sismik izolatör
Öte yandan, Sağlık Bakanlığı 2013’te devlet hastanelerinin deprem yalıtımıyla ilgili önemli bir karar almış. Bakanlık tarafından yayınlanan genelgeyle birinci ve ikinci derece deprem bölgelerinde inşa edilen, 100 ve üzeri yatak kapasiteli hastanelerde sismik izolatör kullanımı zorunlu hale getirilmiş.
Sismik izolatörler, yapıları bulundukları yüzeyden ‘izole’ etmek, yani ayırmak üzere tasarlanıyor. Deprem anında izolatörler deprem enerjisinin bir kısmını sönümlüyor ve oluşabilecek rezonans etkisinin önlenmesini sağlıyor. Böylelikle binalarda deprem hasarı oluşmuyor veya hasar hafif düzeyde kalıyor.
İmar ‘barışı’
Afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız ya da ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması adına İmar Kanunu’na geçici bir madde eklendi. Bu maddeye göre 31 Aralık 2017’den önce yapılan ruhsat ve ruhsat eklerine aykırı yapılara ‘Yapı Kayıt Belgesi (YKB)’ düzenlenmesi sağlandı.
Yapı Kayıt Belgesi, yukarıda da söylendiği gibi, ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak 31 Aralık 2017’den önce yapılan yapıların kayıt altına alınması ve kullanımına yönelik olarak verildi. İmar anlamında ilave bir hak sağlamasa da kayıtsız ve sağlıksız pek çok yapının yasal olarak kayıt altında tutulmasına yol açtı. Zira gecekondular, kat izni olmamasına rağmen sonradan çıkılan yüksek katlar, evlerin balkon gibi bağımsız bölümlerine yapılan eklentiler imar barışından yararlanılan durumlar arasında yer aldı. Düzenleme kapsamına yalnızca hazineye ait sosyal donatı için kesin tahsisli araziler üzerinde ve üçüncü şahıslara ait taşınmazlar üzerinde bulunan yapılar alınmadı. Dolayısıyla denetimsiz şekilde yapılmış veya değiştirilmiş birçok bina yasal hale getirildi.
Yapı Denetim Kanunu, 1940’tan bu yana çıkarılan afet ve deprem yönetmelikleri, Sağlık Bakanlığı tarafından 2013’te alınan deprem yalıtımı kararı deprem ülkesi Türkiye’de temel bir deprem hassasiyeti olduğunu gösteriyor. Ancak ruhsata aykırı yapılara Yapı Kayıt Belgesi sağlayan İmar Barışı gibi uygulamalar deprem hassasiyetinin süreklilik göstermediğini ortaya çıkarıyor. Öte yandan, yönetmeliklerin ne kadar uygulandığı, Yapı Denetim Kanunu’na ne derece uyulduğu veya Yapı Denetim şirketlerinin yetkinliği de hala sorgulanıyor. Örneğin 2007’de yenilenen yönetmelikte yalnızca yeni binaların değil mevcut binaların da güçlendirilmesine dair koşullar tanımlanmışken günümüzde güçlendirme çalışmaları hızla ilerleyemiyor. Dolayısıyla tüm bu bilgiler ışığında düşünüldüğünde, Türkiye’nin deprem dayanıklılığı depremin büyüklük derecesine tabi durumda kalıyor.